UYGUN - SPOTLU SORU BANKASI - TÜRKÇE 8. SINIF
11. BÖLÜM Dillere destan olmak: Herkes tarafından konuşulur olmak: Dillere destan İstanbul nezaketini o evde gördüm, ağzım açık kaldı. Dizini (dizlerini) dövmek: Pişmanlık duymak: Ne ettik de ka- derimizi İngilizlerle Fransızların kaderine bağladık diye dizlerini dövdü. Dolup taşmak: 1. Gereğinden çok olmak, gereğinden çok kaplamak: Dışarıda bulutsuz bir temmuz göğü, öğle güneşinin yakıcı aydınlığıyla dolup taşıyordu. 2. Çok kalabalık olmak: Millî takımın karşılaşmalarında stadyumlar dolup taşıyor. (bir şeye) Doyum olmamak: 1. Bir şeyden bıkılmamak: İnsanı- na, nimetine, hayaline, hürriyetine, şairine doyum olmuyor. 2. Bir şey yetmemek, bir şeye kanamamak; 3. Bir şeyi çok fazla beğen- mek. Dut yemiş bülbüle dönmek: Neşe ve konuşkanlığını yitirmek, susmak: Sabahtan akşama kadar konuşanlar dut yemiş bülbüle dönmüştü. El birliği etmek: Birlikte davranmak, dayanışmak. Ele almak: 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak: Sözlerini bambaşka bir anlayışla ele almış ve kendi kendine sormuştu. Ele avuca sığmamak: 1. Söz dinlememek, baskı altına alın- mamak, zapt edilememek: Ele avuca sığmaz haşarı bir çocuğum. 2. Şımarık davranmak: Hani vatandaşlarımız da güç, ele avuca sığmaz, kanmaz, doymaz insanlar olsa bari! Eli ayağı (ayağına) dolaşmak: Şaşırmak, telaşlanmak: Şaşkın- lıktan eli ayağına dolaşarak pencerelere koştu ve orada gördüğü manzara karşısında donakaldı. Emek vermek: Bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak: Dirsek çürütüp emek verdiği kitapları, onu yolda bırak- mamış. Giyinip kuşanmak: Özenle giyinmek: Giyinmiş kuşanmış, benim de giyinip kuşanıp hazır olmamı bekliyor. Gönlünü çalmak: Sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek: Se- siyle herkesin gönlünü çalmıştı. Gönül (gönlünü) almak: 1. Sevindirmek, 2. Kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek: Bu çocuğun bir ara gönlünü almalı. Gözden çıkarmak: Bir mal, para, değer yargısı vb. maddi veya manevi varlığın elden çıkarılmasını kabul etmek: İnsan, emeğini o kadar kolay gözden çıkaramıyor. Göze gelmek: Birisine nazar değmiş olmak: Akın, göze gelmiş; yatak döşek yatıyordu. Gözleri parlamak (parıldamak): Gözlerinde sevinç ve istek be- lirmek: İki kere gidip geldikten sonra gözleri parladı, evi bulmuştu. Gözü (gözleri) açılmak: 1. İyiyi kötüyü veya kendisine yarayanı ayırt eder duruma gelmek: Mektepten, kitaplardan fazla bu gençlerin muhitinde gözleri açılmış. 2. Uyanmak. Gözünde tütmek: Çok özlemek: Akşamlar niçin hâlâ gözünde tütüyor? Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamak, uykusuz kalmak: Uy- kum kaçınca aklım bir şeye takılır ve o takıntıyı savuşturuncaya kadar gözüme uyku girmez. Gözünü (gözlerini) (bir şeye) dikmek: Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak: O sert bir tavır alıyor, gözlerini Ali Rıza Bey'in gözlerine dikerek adamcağızı büs- bütün şaşırtıyordu. Güçlük çekmek: 1. Maddi açıdan sıkıntı içinde olmak; 2. mec. Zorlanmak: Cellat bana bu aynanın evveliyatını anlattığında ona inanmakta güçlük çektim. Gücü yetmek: Eldeki imkânlarla ancak altından kalkabilmek, üstesinden gelebilmek: Zaman zaman, şiirin ne olduğunu elimin erdiği, gücümün yettiği kadar anlatmaya çalıştım. Gülmekten kırılmak (katılmak, yarılmak): Aşırı derecede gülmek: Ahali gülmekten kırılıyordu. Hatır (hatırını) saymak: Gerekli saygıyı göstermek: Yaşlıların hatırını sayar, bayramlarda ziyaret ederdi. Hayran olmak (kalmak): Çok beğenmek: Birkaç defa görüşmüş, mimarideki fikirlerine, zevklerine, görüşlerine hayran olmuştum. Hesap kitap yapmak (etmek): Ayrıntılarıyla hesap edip düşün- mek: Yıllardır ilk defa hesap kitap yapmadan etrafına para saçıyordu. Heves etmek: Bir şeye karşı istek duymak, eğilimli olmak: Birçoklarının refahlarını devlet kapılarının dışında aramaya heves ettikleri zamanlardı. Hoşbeş etmek: Sohbet etmek: Birkaç köylü ile hoşbeş ettim. Hoşuna gitmek: Beğenmek: Zamanları yararak hatta zamanı geriye doğru sürerek kendisini bulmam hoşuna gitmişti. Hüner göstermek: 1. Beceriklilik ortaya koymak; 2. Herkesin yapamayacağı bir işi yapmak: Cambaz tüm hünerlerini gösterdi. İğne ile kuyu kazmak: Yetersiz araçlarla, sürekli ve sabırlı bir biçimde çalışıp çok güç olan veya çok ağır yürüyen bir işi başar- maya çalışmak: İğne ile kuyu kazmak gibi bir şeydi oymacılık. SINAVLARDA ÇIKMASI BEKLENEN DEYİMLER © SADIK UYGUN YAYINLARI ©
RkJQdWJsaXNoZXIy ODAxMzU=